21 Mart 2019 Perşembe

Youtube Kanalı Açtım

   







                Sevgili arkadaşlar yoğun istek üzerine youtube kanalı kurdum beni ordan da takip edebilirsiniz. Kanalıma abone olarak destek vermenizi bekliyorum...:)

https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4

23 Ocak 2019 Çarşamba

Psikoloji ve Bağırsak

         
bağırsak ve beyin




          Son zamanlarda bir hayli duyar olduk İkinci Beyin Bağırsak terimini. Asırlar önce Hipokrat bütün hastalıkların bağırsakta başladığını söylemiştir zaten ve son yıllarda da bağırsaklar üzerinde oldukça çok sayıda araştırmalar göstermiştir ki bağırsak sağlığı tüm hastalıklarla özellikle sinir sistemi ve otoimmün hastalıklarıyla bağlantılı bulunmuştur. 


         Daha doğar doğmaz bağırsaklarımız milyarlarca dost bakterilerle doludur. Bu dost bakterilerimiz bağışıklık sistemimizden tutun da sinirsel faaliyetlerimize kadar bir çok olayda rol oynuyorlar. Mesela mutluluk hormonu olarak bilinen serotoninin yıllarca beyinden salgılandığını duyduk.Bu yüzden de beyindeki eksikliği gidermek! için antidepresan kullandık. Buna hiç de gerek yokmuş halbuki.... Bakterilerimizi sevip korusak yeterliymiş yani ne kadar çok dost bakteri o kadar çok mutluluk...

         Peki ne oluyor bu bakterilere de azalıyorlar? 

       >>  En başta yanlış beslenme... Şeker ve gluten başta olmak üzere katkı maddesi içeren ve doğal olmayan tüm besinler sonucunda bağırsaklarımız asidik oluyor ve bakterilerimiz  bu asidik ortamda yaşayamıyorlar ve ölüyorlar. 

      >>  İkinci faktör antibiyotikler. Çok fazlaca ve kontrolsüzce kullanılan antibiyotikler zararlı bakterileri yok ederken malesef dost bakterilerimizi de yok ediyor ve bağırsak floramızı bozuyor.

      >> Üçüncü faktör uzun süre kullanılan doğum kontrol hapları ve ağrı kesicilerde bağırsak floramızı bozup bakterilerimize zarar veriyor.


      >> Dördüncü faktör ve neredeyse her hastalığın sebebi kronik stres... Stres sonucunda vücudumuzda aşırı kortizol salgılanması sonucu vücutta enflamasyon oluşuyor ve bağırsaklarımız da dahil olmak üzere hücrelerimiz zarar görüyor.


          Bunlar bağırsak floramızı bozup dost bakterilerimize zarar veren etkenler. Bir de kötü bakterilerimiz var. Peki onlar nasıl çoğalıyorlar ve bize nasıl zarar veriyorlar bir de onları yakından tanıyalım : 

      >>>> Dışarıdan hijyenik olmayan koşullardan bir şekilde vücudumuza giren bu zararlı bakteriler uygun ortam gördüğünde kapağı atıyor bizim bağırsaklara. Bunlar asidik ortamı severler e bizimde bağırsaklar asidikleşmişse tamam hemen yerleşip dükkanı açıveriyor. Şimdi bunların beslenmesi var nasıl beslenip üreyecekler gıdaları ne tabiki en tatlı zehir olan şeker.... Şeker hem dost bakterileri öldürürken hem de zararlı bakterilerin çoğalmasını sağlar. Zaman içinde zararlı bakterilerin sayısı artar ve bağırsaklarımızda egemenliklerini ilan ederler. Sonra ne mi olur? .....

   >>>> Bağırsaklara yerleşen zararlı bakteriler zaman içinde bağırsak duvarında tahribata yol açarlar. Bağırsak mukozası incelmeye ve artık sızdırmaya başlar ki buna sızdıran bağırsak sendromu denir. Bağırsaklarımız sızdırınca da işte tüm hastalıklara özellikle otoimmün hastalıklara davetiye çıkarmış oluruz. Vücudumuza giren besinler bağırsakta emilir kana karışır. Toksik maddeler ise ayrıştırılıp vücuttan dışkı yoluyla atılır ancak bağırsaklarda sızıntı olmuşsa bu toksinler de kanımıza karışır ve vücutta enflamasyona yol açar. Sonra gelsin depresyon, fibromiyalji,sedef,romatizma, haşimato ve daha niceleri...

   >>>>> Bağırsakların en büyük düşmanı şeker evet ama glutende en az şeker kadar tehlikeli. Glutenin içinde bulunan gliadin adlı maddeyi bağırsaklarımız sindiremiyor ve bu madde toksin olarak algılanıyor. Hem bağırsak duvarını hasara uğratıyor hemde toksin olarak kana karışıp vücutta enflamasyon yaratıyor. Sadece çölyak hastalarının değil sağlıklı bireylerin de bağırsaklarınız korumak adına glutenden uzak durması gerekiyor.



               Peki bağırsaklarımıza nasıl sahip çıkmalıyız????

        Eğer bir şeyi korumak istiyorsak önce ona zarar veren şeyleri ortadan kaldırmamız gerekiyor. Gereksiz antibiyotik kullanımını azaltmak, şeker ve gluteni hayatımızdan çıkarmak, işlenmiş paketlenmiş ürünleri kullanmamak her şeyin doğalını tercih etmek yapmamız gereken en ilk işimiz. Önce onların yaşamasını ve çoğalmasını engellemiş olduk. Sıra bağırsaklarımızın geçirgenliğiğni azaltıp sızdırmasını önlemekte ve dost bakterilerimizin sayısını artırmakta.Peki bunu nasıl yapacağız? Cevap çok basit... Doğru beslenerek. İşte sızdıran bağırsakları tamir eden, dost bakterilerin sayısını artıran en önemli besinler;

           > Kemik suyu bunun için mükemmel bir gıda. İçinde bol miktarda kollojen var ve bu sayede bağırsak çeperini hızla tamir etme gücüne sahip. Alacağınız bir kaç parça kemiği kaynatıp her gün birer bardak içmeniz bağırsaklar için büyük bir yatırım olacaktır.

          > Hindistan cevizi yağı da içeriğindeki laurik asit sayesinde bağırsak duvarını hızla tamir edecektir.

          > Ev yapımı yoğurt ve ev yapımı sirke probiyotik özellikleri sayesinde dost bakterilerimizi beslerler.

          >Ev yapımı sirkede müthiş bir bağırsak dostu olarak hem bağırsaklarımızı temizler hemde iyi bir probiyotiktir.

         > Elma, lahana gibi lifli gıdalar iyi birer bağırsak temizleyicidirler.

        > D vitamini takviyesi bağırsak bakterilerinin K vitamini sentezlemesi için çok gereklidir.

      




        Ben ne zaman ki beslenmemi değiştirdim hayatımdan işlenmiş gıdaları çıkardım; her gün  turşu, yoğurt, sirke yemeye başladım; D vitamini, B12 vitamini, Omega3 vitamini kullanmaya başladım benim psikolojimde belirgin düzelmeler olmaya başladı ve ilaçlarımı bırakmaya başladım. Artık daha enerjik, daha mutlu ve daha sağlıklıyım. Bu iyilik halimi bakterilerime borçluyum :) Bakterilerinizi sevin ve onlara sahip çıkın. Kötü beslenerek onlara yani kendinize kıymayın :) Sağlıklı günler dilerim....



        https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...



9 Aralık 2018 Pazar

Yaptığım ekstralar

       



              Daha oncede bu konuya değinmiştim bağırsak ve beyin ilişkisine...Bu bir çok kimsenin çok üstünde durmadığı ancak bu konunun ilaçlardan dahada önemli olduğunun altını cizmek istiyorum. Son zamnlarda sıklıkla duymuşsunuzdur glutensiz beslenme, gaps diyeti muhabbetlerini. Evet benimde ilgimi çekti ve araştırdım ve inanılmaz bilgiler öğrendim. Yillarca serotoninin beyinden salgılandığını; depresyonun aslında bir beyin hastalığı olmadığını öğrendim. Yıllardır antidepresan kullanıyorum fakat hastalığım yerinde sayıyor bu ilaçlar iylestiriyorsa antidepresan kullanıp iyileşen tek bir insan göstersinler,gösteremezler. Çünkü ilaçlar hastalıkları yok etmez sadece belirtileri azaltır hastalık oradadır... Iste bu beslenme şekilleri bize bunu vaad ediyor: Bağırsakları düzeltmek,bağışıklığı artırmak,toksinleri yok etmek... Ben kendimdeki asıl değişimi şimdi paylaşacağım beslenme şekline borçlu olduğumu sanıyorum iste kurallar:




    <<<<< Beslenmenizden şekeri, şeker içeren bütün gıdaları çıkarmalısınız.
   
    <<<<<Basit karbonhidratları haytınızdan çıkarıp protein ağırlıklı beslenmelisiniz.

    <<<<<Ev yapımı turşu, ev yapımı sirke, kefir, yoğurt gibi probiyotik gıdalara ağırlık vermelisiniz.

   <<<<<İlikli kemik bol kolojen içerir ve bağırsakları tamir eder. Bol bol ilikli kemik, köy tereyağı tüketmelisiniz.


          Bunlara ek olarak kullandığım besin takviyelerini de sizinle paylaşacağım. Bunlar doktor tavsiyesidir ve antidepresanlarla alınmasının hiç bir zararı yoktur.


       <<<<< Haftada bir tane d vitamini iğnesi enjeksiyon olarak yada kapsul olarak günde bir tane alınacak... Yapılan arastirmalara göre d vitamini eksikliği depresyon ve anksiyetenin başlıca sebebi....


      <<<<<< Günde bir tane B12 vitamini alınacak. B12 vitamini eksikligi de beyin fonksiyonlarının azalmasına sebep oluyor. Çarpıntı,stres terleme gibi belirtilere yol açıyor.

     >>>>>>> Mutlaka Omega3 kapsül alınacak günde 2 tane.


   >>>>>>>> Magnezyum ve çinko tabletleri birer tane alınacak.

      

       Benim kullandığım takviyeler bunlar. Gluteni ve sekeri hayatımdan çıkardıktan sonra ataklarım azaldı unutkanlığım geriledi ve vücudumdaki ağrılar gecmeye başladı. Daha enerjik kalkiyorum ve daha pozitifim... Gluten ve seker beyin hasarına yol açn en büyük iki tehlike bunlardan mutlaka uzak durmalısınız.


      Ben bunlara uyarak rahatsızlığımın çoğu semptomundan  kurtuldum. Herkese acil şifalar diliyorum...


                https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...

  
    

19 Mayıs 2018 Cumartesi

Visual Snow (Karlı Görme )




           

   Bence depersonalizasyon ve derealizasyonla kardeş bir şey bu visual snow denen illet. Bana yazanların da hemen hepsinde bu sorun var. Puslu görüyorum, karlı görüyorum vs. Benim de her zaman bahsettim en çok sorun yaşadığım kısım sanırım buydu. Sapa sağlamken bir anda yabancılaşma ve gözlerime resmen perde inmesiyle başladı. Her şey sanki bir sis bulutunun arkasındaydı. Sanki gözlerimin önünde bir perde varmış gibi görmeye başladım. Tabi o zamanlar depersonalizasyondan da bi haberim. Göz doktoruna gittim hemen ve yapılan muayeneler sonucunda gözümde hiç bir sorun çıkmadı. Zamanla geçer her halde desem de geçmesi bir yana  dahada arttı bu sorun. Parazitli görmeye başladım. Eski çekmeyen televiyonlar olurdu hani karlı karlı bir görüntü işte o şekil her şey. Yine doktora gidiyorum yine bir şey yok. Mr isteniyor beyinsel olabilir deniyor oda normal... Ve hayatta en sinir olduğum şey bir hastalığım olduğunda altında hiç bir sebep olmamasıydı. Ve benim yabancılaşmalar artınca doktora gitmemle nurtopu gibi bir depersonalizasyonum olduğunu öğrenmiş bulundum. Tabi bu hastalığımı araştırmaya başlayınca da bununla birlikte görme bozukluklarının olabileceğini anlamış oldum. Bi yandan sevindim iyi dedim gözümde beynimde bir şey yok bu hastalık geçince bu da geçecek alt tarafı bir depersonalizasyonmuş :)))) Tabi nerden bilebilirdim ki hayattta bir insanın başına gelebilecek en berbat şeye yakalandığımı..... 



         Hayattaki en boktan şeye yakalanmıştım ve hikayemi biliyorsunuz zaten. Nasıl böyle görmeye başlamıştım aklım almıyordu. Yüzler bulanık, herşey karıncalı, ışıklar rahatsız edici ve çaresi yok... Fıttırmak elde değil. Bütün girişimlerin sonuçsuz kalıyordu ve boyut değiştirmekle birlikte bir de her şeyi bom bok görüyordum. Yok arkadaş kesin beynime bir şey oldu bunu biri bana açıklasın yani ???

       Uzuuuun araştırmalarım sonucu visual snowla ilgili şu bilgilere ulaştım.

      >>>>>  Sebebi tam olarak bilinmemekle birlikte sebebi bilinmediği için tadavisi de henüz bilinmemektedir.

   >>>>>>> Tıp literatürüne henüz girmemiştir yani doktorlar bile bu durumdan bi haberdardır.

>>>>>>>>  B12 vitamini yada bazı vitaminlerin eksikliğinden olabileceğine dair efsaneler vardır.

>>>>>>>>  Beyindeki Lingual Gyrus diye bir bölümün aşırı çalışmasından kaynaklandığını söyleyenler de vardır.

>>>>>>>> Bu hastalığı yaşayanlarda görme bozukluğunun yanı sıra kulak çınlaması, ışıklarda yansıma, depresyon, panik atak, nksiyete bozukluğu, depersonalizasyon ve derealizasyon gibi belirtiler görülür.

>>>>>>>> Madde kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilir.




Görüntü aynen bu

           Arkadaşlar bunlar sadece ihtimaller. Bu sorunu yaşayanlarda görülen diğer şikayetlerden yola çıkılarak bu sonuca varılmış. Açıkçası beyindeki bölgenin aşırı çalışmasından kaynaklandığını düşünmüyorum. O zamana kadar normaldi de bi anda mı hızlandı yani bu??? Vitaminlerime baktırdım sorun yok. Göz temiz, beyin temiz, madde kullnmadım. Geriye tek ihtimal kalıyor ve artık bana yazanların da ortak sorunu olunca bu şu kanıya vardım ve hatta eminim!!! Visual snow psikolojiktir..... Sorunu beyinde gözde aramayın. Depresyon, panik atak, yabancılaşm, anksiyete yada stres yaşadıysanız bununla alakalı bir sorundur bu diyorum ve ispatını da yapıyorum!!!!

        Size daha önce yabancılaşmayı atlattığımdan bahsettim. Evet bir sabah uyandım ve yabancılaşma yok... Ve net görüyorum Allahııımmm. Çığlık attım resmen. Karlanma yok, pus yok, her şey net her şey.... Gözümde yada beynimde bir sorun olsaydı böyle bir düzelme mümkün müydü??? Demekki ortada sadece stres vardı ve bu yabancılaşmanın bir ürünüydü o geçince bu aptal visual snow da geçti. Geçmişti:((((((

        Derken efendim ben yine bir bunalıma girdim bunalımlarım hiç bitmez zaten ve bir sabah uyandım ki ne göreyim.... Yine pus yine karlanma. Hay amk senin gibi işi de senin gibi hastalığı da ya dedim valla ha dedim dedirtti sonunda. Delirttiniz lan beni.))))) Ve dedim ki arkadaş demek ki bu psikolojik. Ben stres yaşayınca deperiyorum deperince de gözlerim karlanıyor. Ne alakadır ne ilgisi var çözmüş değilim amma velakin umudum var demek ki bu düzelebilen bir şey. Demek ki yabancılaşma illeti beni sonsuza kadar terk ettiğinde bu sorundan da kurtulacaktım...

      Ammmann be takmayın artık. Onu tak bunu tak nereye kadar. Akışına bırakın biraz hayatı biraz karlanma olsun yani napak ölek mi.... Stres yok, sakin relax. Ölmüyorsunuz, kör de olmuyorsunuz. Bu beyin kendine bi dünya kurmuş orda kafasına göre takılıyo, sistemi kapatıyo bilmem ne valla bilmiyorum ama denetimi almış eline bence . Bizim onu yönlendirmemiz gerekiyorken o bizi yönetir olmuş. Görcez len sen mi büyüksün ben mi ??? Sen benim parçamsın.... Beni elinde oynatamazsın. Hadi bakalım çalışmalara olumlamalara başlayalım. Tecrübesi olan şunu yaptım iyi oldum diyen varsa çıksın meydanee.))) sağlıcakla kalın...

        https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...


24 Nisan 2018 Salı

En çok Sorduklarınız....Kısaca Napmalı????






          O kadar çok mail alıyorum ki açıkçası bu kadar deperen olduğunu bilmiyordum:) Hastalıkla alakalı bütün aşamaları en ince ayrıntısına kadar anlatmaya çalıştım ben. Ama bana sorulan sorularda görüyorum ki bazı konulara ışık tutamamışım. Çok güzel yorumlar alıyorum, doktorlardan bile daha vakıf olduğum konusunda ışık tuttuğum konusunda çok teşekkür mailleri alıyorum buda beni çok mutlu ediyor. Ben tabi ki doktor değilim ancak doktordan daha çok vakıfım bu konuya çünkü doktor sadece teoride bilir bunu ben ise iliklerime kadar yaşadım... Bariz gördüğüm bir konu bu hastalığı yaşayanlarda aşırı korku ve endişe olması. Anlıyorum bende zamanında aynı korkuları besliyordum Acaba böyle mi kalacağım, aklımı yitirir miiyim, ya geçmezse vs vs. Zaten bu bloğu oluşturmamın sebebi de bu. Dep ile ilgili çok kaynak olmaması, olanlarda geçmiyor bitmiyor, 10 yıldır böyleyim gibi insanı daha çok umutsuzluğa sürükleyen yazılar. Ben bir örnek olmak istedim, çok korkunçtu ve sizi temin ederim hayatımın en berbat aylarını geçirdim ve sanki bunun kadar büyük bir acı daha olmaz benim için. Babamı kaybetttim ve bu kadar acı çekmedim bu böye bir acıydı. Var oluş acısı, anlamsızlık acısı....


           Evet korku ve endişeniz çok fazla çünkü bilmediğiniz daha önce karşılaşmadığınız bir hastalıkla karşı karşıyasınız. Ben size detaylıca anlattım , bu yazımda da özet geçip en çok sorduğunuz şeylere cevap vermeye çalışacağım:


     
        >>>>>>      Birikmiş ve artık limitini aşmış stres, travma, ani ölüm, yaşam koşullarının değişmesinden dolayı adapte olamama, depresyon , panik atak yani kısaca yoğun stres sonucunda stres kapasitesini aşmanız sonucu beynin bu durumdan kaçmak için kendine ve çevreye yabancılaşması, izole olması en net tanımı budur.

       >>>>>>     Madem stresten dolayı oluştu yada bir kabullenemeyiş bir yadırgama söz konusu o halde çözüme burdan başlamak lazım. Ölümse bunu kabullenmek, alışamadığın bir koşul söz konusu ise bu yeni bir iş olabilir yeni bir şehir evlilik olabilir bu hayatı kabullenmek alışmaya çalışmak , bir travma söz konusu ise profesyonel yardım alarak bu durumu aşmak, yoğun stres sonucu oluşmuşsa stresi yok ederek rahatlamaya çalışarak beyne tekrar herşeyin yolunda olduğu mesajını vermek yapılabilecek ilk adımdır.

      >>>>>>     Önce sebebi saptadık, sebebe yönelik girişimlerde bulunduk, sebebi ortadan kaldırmaya çalıştık örneğin ben evlenip başka şehre gidince stres yaşadım yadırgadım ve bu durum başladı, daha sonrasında da babamı kaybettim ani bir şekilde ve depresyon derken yabancılaştım. Öncelikli olarak babamın ölümüne alışmam gerekti bir yas sürecim vardı ve daha sonra yeni hayatımı kabullenip alışmam gerekti. Yeni iş, yeni ev , bir adamla bi evde yaşamaya alışmak bunlar bende kafa karışıklığı yarattı ve çözülme yaşadım. Ölümü kabullendim ve evliliğim ve yeni hayatım konusunda alışmakta sorunlar yaşadım bunun için terapi aldım. Hep diyorum terapi olmazsa olmaz bu hastalıkta. Yeni hayatıma alışma konusunda neler yapabileceğim konusunda destek aldım ve bunları uygulamaya başladım. Alışmaya başladım ve evime eşime karşı yaşadığım yabancılaşma artık normalleşmeye başladı. Kendimden örnek verdim ki sizde benim gibi sorunu bulun gerekirse yardım alın ve konunun üstüne gidin. Bu ikinci adımdı.

     >>>>>>  Olmazsa olmaz üçüncü adım ilaç tedavisi. İyi bir psikiyatrise gidip doğru tedaviye başlamak. Bu konuda çok sıkıntı yaşanıyor nedense o yüzden değinmek istiyorum. İlaç akullanmasam olmaz mı, ilaca karşıyım, ilaç bağımlısı olurum gibi bir sürü  endişe mevcut. Zaten malesef ülkemizde psikolojik hastalıklara ve ilaçlara karşı bi ön yargı var. Bi ayıplama falan. Ben kanserim derken bile gayet rahat insan ben depresyondayım diyemiyor. Hayır anlamıyorum miden ağrır, başın ağrır , tonlarca hastalık var bu da zihinsel bir hastalık. Her organımızın hasar alması kadar beynimizin de hastalanmaya hakkı var ve iyileşmek için de ilaç almak zorundayız. Diyabet hastası ömür boyu insülin kullanıyor, tansiyon hastası ha keza tansiyon ilaçları kimse diyor mu ki ya iyi düşün geçer, kafana takma geçer, ilaç kullanma aşmaya çalış. İyi düşünerek insülin salgılayabiliyorlar mı hayır peki bu hastalık konusunda bu ön yargı ne anlamıyorm ben. Eskiden bende öyleydim fellik fellik saklıyodum ilacımı içerken aman kimse görmesin diye. Lan dedim neyi saklıycam adam sakat bunu gizlemiyo da ben neyi kimden saklıyorum ayıp mı günah mı. Hasta olsam diyemezdim yabancılaşıyorum ya derdim şuram ağrıyo buram ağrıyo ama yok arkadaş bilinçlendim iyi hissetmiyorum ben deperiyorum dedim kafam duruyo bana bisey sormayın dedim neyse konu saptı:) yani demem o ki bağımlı olmuyosunuz ne baba ilaçları kullandım ve bıraktım. Okuduğunuz şehir efsanelerini bırakın doktorunu ne demişse onu yapın, ilaçlarınızı mutlaka kullanın sizi sakınleştirip rahatlatcak. Ankisiyeteniz azalmaya başlayınca yabancılaşmada azalacak. Yabancılaşmayı geçiren bir ilaç henüz yok. İlaçlar anksiyete için veriliyor ki sebebi de bu zaten. Yok olunca o da bitecek. Bir de 2 aydır içiyorum aynı gibi maillerde geliyor. Antidepresanlar bir iki hafta gibi sürelerde etkili olmazlar ancak bir kaç haftalık düzenli kullanımda fayda gösterirler sabırla ilaçlarınızı kullnmaya devam edin.


      >>>>>>   Çözümü saptayıp hallettiniz, terapiye başladınız,ilaçlarınızı alıyorsunuz ve şimdi size çok iş düşüyor. Korku, endişe, acabalar, izole olmalar bunları bir kenara bırakmanız lazım. En önemli adım burası. Bu geçici bir hastalık biraz zor, bi süreç istiyor bir kaç hafta yada ayda düzelmeyebilir bu süre size bağlı. Bu adımlara uyar ve sakinliğinizi korursanız bir kaç ay bile sürebilir ama benim en başından yaptığım hataları yaparsanız yıllar bile alabilir malesef  4 5 yıl süren kişiler tanıyorum. Korkmayın bu sizin elinizde. Ben o zaman bilmiyordum, iyileşen tek kişi yoktu çevremde korkuyordum sürekli korku vardı ve kendimi eve kapatmış durumdaydım ve durumum gittikçe kötüye gitti. Ne zaman ki bilinçlendim ki şu anda bu yazıyı okuyorsan bu hastalık konusunda çok şey öğrendin demektir ve karşında bunu yaşayıp atlatan biri var aşılabileceğini görmüş oldun şanslısın. İlk zamanlar direndim ilaç almadım, sorunların üstüne gidip halletmedim. Eve kapandım,insan içine çıkmadım, düşündüm, ağladım... Hepsi bu. Ne zaman ki adam akıllı tedavi sürecine girdim o zaman her şey benim için değişmeye başladı....

     >>>>>>   Bunları yaptım tabi bitmedi.... O kadar basit olmadı ne yazık ki. Gelişmeler vardı ve hayatım yaşanır düzeye geldi.İlk zamanlar her gün ölüm fikri aklımdaydı ve hayattan tamamen kopuktum. Etrafımda olanları algılayamıyordum ve sanki filmdi her şey. İyileşme sürecine girince kopukluk azaldı, rüya hissi azaldı,kendimi hissediyordum ama tuhaftım yine. Yaşanır düzeydeydim. İlk 4 5 ay direndim ve en korkunç zamanlarımı yaşadım. Tedaviye başladıktan sonra 2 ay içinde hayata döndüm, evden çıkmaya insan içine çıkmaya başladım. 4 ay boyunca gayet iyiydim, işime gidiyordum, tatilimi yapıyordum, kalabalığa da giriyordum, biraz zorlansam da hayatımı devam ettiriyordum ama tamamen ben değildim yani gerçeklik hissim yok gibiydi yapıyordum ama sanki yapan ben değilim, konuşuyorum ama konuşan ben değilim hissi. Bu 4 aylık süre sonrası bir stres yaşadım biraz gerileme oldu bahsetmiştim bir ay kadar yine kötü oldum ilk zaman ki gibi değildi ama işe gidemez durumdaydım sonra yine düzeldim yani ara ara gel gitler oldu stres yaşadığım zamanlarda buna alışık olun bakın kaç aylık bi tedavi bu her şeye hazır olacaksınız. Yavaş yavaş azalacak, bazen kötü hissedeceksiniz ama hep bunun farkında olun kontrol sizde.... Hiç bir zaman korktuğunuz gibi kontrolünüzü kaybetmeyeceksiniz, en kötü zamanı ilk yaşadığınız ve ne olduğunu bilmediğiniz zamandı bir daha asla o şiddette yaşamayacaksınız. İyi kötü, düşe kalka atlatacaksınız bunu.

      >>>>>>   Bu hastalıkta en büyük sorun algı problemi. Benim en çok zorlandığım şey bu olmuştu. Sanki beynin çalışmıyor yok gibi. Konuşulanları anlamıyordum , biri bişey söylüyor yüzüne bakıyorum ama anlamıyorum. İşimi yapamıyorum, odaklanamıyorum, etrafımda bişeyler oluyor ama ben anlamsızca bakıyorum. İnsanlar konuşurken hayretle bakıyorum sanki çok büyük bişey yapıyorlar gibi nasıl konuşuyorlar diyorum nasıl anlıyorlar. Kafa bildiğin bomboş. Bu yüzden iş hayatında çok sıkıntı çektim. Size bu konuda şu tavsiye bulunmak istiyorum. Dediğim gibi ben de sonradan bilinçlendim keşke başta bunlar yapsaydım diyorum ama sağlık olsun. İlk zamanlar herkesten saklayıp işimi yapmaya çalıştım. Bilecekler, anlayacaklar, rezil olacağım , herkes aptal olduğumu düşünecek diye kendimi yapamadığım halde çok zorladım. Yapamadıkça strese girdim, strese girdikçe yabancılaşma arttı. En sonunda ki bu da terapiler sonucu oldu bu bakış açısı güçlü görünmekten vazgeçtim. Hastayım yapamıyorum dedim. Beynim almıyo dedim evet utandığım şeyi söyledim. Ben yabancılaşıyorum yapamıyorum dediklerinizi anlamıyorum dedim. Belki içten içe hakkımda kötü şeyler düşündüler umrumda değildi artık o ne der  bu ne der benim sağlığım önemli dedim. Sürekli kendimi sıkardım anlamazsam, hata yaparsam bilmem ne diye artık yapamıyorum ben rahatsızım ben bunu yapamam demeye başladım evet o kadar rahatladım ki... Herkese her konuda tolerans gösterilebiliyor bir hastalığı varsa daha az iş veriliyor vs abi bende hastayım ya insanım yapamıyorum beni idare edin demeyi öğrendim. Napayım olmadı demeye başladım ve o kadar rahatladım ki artık. Varsın hakkında istediklerini düşünsünler. Zaten bu her şeyi iyi yapacağım, aman insanlar hakkımda kötü düşünmesin , mükemmel olayım anlayışımız değil mi bizi bu strese sokan. Ammmaaann ne olacak yani. Baktım en sonunda çok sıkıntı yaşıyorum abi anlamıyorum yani napabilirim gittim 2 3 ay heyet raploru aldım. Keşke bunları başta yapsaydım. Ben yapmadım siz yapın kendinizi önemseyin, haklarınızı bilin savunun. Devlet memuruysan iyileşmeyen hastalıklarda 2 yıla kadar rapor hakkın var niye kullanmayayım. Özeldeysen işten ayrıl gerekirse yapamıyorsan iş stresi hata yapma korkusu, anlamaya çalışma daha da gericek bi süre ayrıl hakların varsa kullan izne ayrıl rapor sun. Öğrenciysen raporunu al uzaklaş ama. Kafan rahat olsun. Hiç bir şey düşünme , yorma kafanı. Kafanı boşalt. Bol bol gez. spor yap, yürü, koş, kitap oku 
, arkadaşlarınla buluş.  Hissetmiyorum diye yapmıyorum diyenler var ama yaptıkça hissedeceksin. Ben eski benim, bak hayat aynı hayat , ben yine istediğimi yapıyorum, varım ve hayattayım. Beynine bu mesajları vereceksin ve zamanla hissederek yapacaksın ve zamanla her şey normalleşecek.

     Tüm bunları yaptım ama geçmiyor diyebilirsiniz ya da yapsam bile bu hastalık geçmez diyebilirsiniz. Ama sabır.... Bu diğer hastalıklar gibi ilacımı aldım iki günde geçsin diyebileceğiniz bir hastalık değil o yüzden mücadelenizi verip sonrasını zamana bırakacaksınız. Umutlu olun, inanın ve sağlığı isteyin. Ve unutmayın yalnız değilsiniz. Sizin gibi binlerce belki milyonlarca insan var. Ben onların dili oldum belki. Benden sonra sende meşale tutabilirsin belki. Sağlıcakla kalın....

        https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...


8 Nisan 2018 Pazar

Hayatımı Değiştiren Kitap...





            Kitap okumayı hep sevmişimdir. Daha öncede bahsetmiştim oldum olası psikolojiye merakım vardı psikolojik filmler ve kitaplar ilgi alanımdır. Son zamanlarda da daha çok ilgilenmeye başladım tabi rahatsızlanınca. Bu yazımda David Burns un İyi Hissetmek kitabından bahsetmiştim. Güzel kitaptı. Anksiyete durumunda napmalısınız, nasıl davranmalısınız, düşüncelerinizi nasıl değiştirmelisiniz konusunda çok yardımcı bir kitap. Kitaptaki uygulamaları halen stres yaşadığımda uyguluyorum ve çok işime yarıyor. Şimdi başka bi kitaptan bahsedeceğim size. Gerçekten bu güne kadar okuduğum kitaplar arasında belki de ilk sırada yerini alacak bir kitap. Son zamanlarda bilinçaltı ve inancın gücüne çok inanmıştım ve bu konuda araştırmalarım çok oldu. Bence bu konuda yazılmış en iyi kitap Joseph Murphy nin Bilinçaltının Gücü kitabı... O kadar muazzam akıcı bir kitap ki ve nasıl bir hazineye sahipmişim ben diyerek bilinçaltınızla neler yapabileceğinize inanıyorsunuz ve inanmanın gücünü keşfediyorunuz. Ben bunu zaten bizzat deneyimledim yaşadığım olayla ve buna olan inancım kat be kat arttı. Alın bu kitanı okuyun okutturun. Ve sonra arkanıza yaslanın inanarak neler başarabilirim diye...


joseph muphy
harikalar kitabım:)


            Kitabın içeriğinden biraz bahsetmek istiyorum ben. Bilinçaltı ile ilgili çok şeyler okudum ve hep ilgimi çeken bir konu olmuştu fakat bu denli güçlü olduüğunu bende bilmiyordum. Kitapta o kadar can alıcı noktalar var ki yaşadığımız her şeyin düşünceden ibaret olduğunu ve düşüncenin de resmen kaderimiz olduğunu anlatıyor size. Çok büyük konuştuğunu sanmıyorum. Mevlananın da bir sözü var hani.... Kardeşim sen düşünceden ibaraetsin... Gül düşünür gülistan olursun, dikenlik düşünür dikenlik olursun....Ne harika bir söz.   Peki nasıl oluyor bu yani nasıl oluyorda ben düşündüklerimi yaşıyorum evet biraz karışık geliyor ama bilinçaltının nasıl çalıştığını anladığınızda hiç de karmaşık olmadığını görüyorsunuz. Bilinçaltı sizin tarlanız gibidir diyor. Tarlaya domates biber ekerseniz kavun karpuz toplayablir misiniz hayır elbette. Siz o tarlaya umutsuzluk karamsarlık, hastalık ekerseniz, başarı, mutluluk yakalayabilir misiniz? Bilinçaltımız bizim ona verdiğimiz komutları alıyor ve hayata geçiriyor. Sorgusuz sualsiz hemde. Bu doğru ya da yanlış diye muhakeme etmeden. Sen ben bugun çok kötü hissediyorum depresyondayım dedin yani bi komut verdin beynine. Beynin hemen bu komutu alıyor ve uygulamaya geçiyor ve sen gün boyu depresif ve mutsuz oluyorsun. Ya da bi konuşma yapacaksın Dilim tutulacak konuşamayacağım bayılacağım diye düşündün gerçekten oraya çıkınca tutulacak be bayılma hissi yaşayacaksın çünkü sen bu komutu verdin ve beynin de gerekli tüm adrenalinlerini salgıladı ve sen heycandan bayılacak gibi oldun. Evet bu kadar net... Bu kadar güçlü ve ağzımızdan çıkan her şeyi bir komut olarak algılayıp hayata geçiren harika bi mekanizmaya sahibiz. Benim örneğimdeki gibi yarın geçmiş bi şekilde uyanacağım diye şartlandırdım kendimi bir önemli husus daha sadce dille yalandan söylemek değil inanarak yapmak önemli beyninizi kandırmanız imkansız dilinle yarın iyi olacağım derken içinden de hadi be kimi kandırıyon diye geçiriyorsan bilinçaltı bunu yemez benden söylemesi:)))) Dediğim gibi bu kadar güçlü bir mekanizmaya sahipken gereksiz şeyler yükleyip ona olumsuz komutlar vermek yerine bu sistemi değiştirip sağlık komutu verebiliriz. Kendimizi ve bilinçaltımızı iyleşeceğimize inandırırsak bu mucizeden faydalanabiliriz. Bunun için olumlamalar yapmamız gerekiyor. Susmayan iç ses ve olumlamalar yazımda olumlamlardan bahsetmiştim fakat çok detaylı bir yazı olmamıştı bu yüzden tekrar bir olumlama yazısı yazmayı düşünüyorum kitaptan da faydalanark umarım faydalı olur herkese. Bir an önce atağa geçmenizi bekliyorum deperson arkadaşlarım:))) odanızdan çıkın hadi bi hamle yapın bu kitabı alıp okumakla başlayın mesela ve sadece inanmakla başlayın hep beraber başlayalım haberlerinizi bekliyorum:)))


        https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...


Yine mi Deperdim????




                 Uzun zaman oldu bloğuma girmeyeli. Bu süre zarfında çok şey oldu tabi iyileşmiştim evet ama hastalığım maalesef nüksetti. Yani şöyle diyeyim iyileşme safhasında olan arkadaşları korkutmak istemem stres yaşadım ve tekrar yabancılaşma hissettim tabi ki eskisi gibi olmadı olamazdı. Çünkü bi kere hastalığı tanıdım ve korkmuyordum, o esnada neler yapmam gerektiğini biliyordum ve en önemlisi bunun sadece geçici bir  his olduğunu biliyordum o yüzden çok korkutmasa da her stres yaşadığımda bu böyle mi olacak dedirtti. Benim en büyük handigapım bu hastalığı bana verilmiş bir ceza olarak görmemdi. Neden ben.... Neden bu hastalık.... Ama şu an ne diyorum biliyor musunuz iyi ki bu hastalığı yaşamışım. Yaşadım ki hayatın aslında ne kadar değerli olduğunu anladım. Allah' ın bana verdiği bir ceza olarak değerlendirmiştim bu hastalığı, isyan etmiştim, her sabah uyanıp da yine hissiz olduğumu görünce neden beni duymuyor diye veryansın etmiştim. Ama atladığım bir şey vardı hani derler ya Allah sevdiği kulunu sınarmış. Kul ondan uzaklaşınca Allah onu ansın diye bir musibet verirmiş. Son zamanlarıma baktım da onu unutmuştum, hiç ölmeyecek gibi yaşıyor her gün yat kalk, işe git, ye,iç,gez,eğlen yaşıyordum. Peki ben bunun için mi gelmiştim bu dünyaya...Bir gaflet uykusuna dalmıştım adete ve bu gafletten uyanmam için Allah bana bu hastalığı verdi. Ben kimim,neyim,nerdeyim diye aylarca sormuş aslında cevap belliyken ben hastane köşelerinde dermen aramıştım. Benim asıl bulmam gereken bir şey vardı: Kendimi.....



                 Son atağım çok kötü geçmişti  ve ben yine neden ben bunları yaşıyorum diye isyanlardaydım. Herkes gülüp konuşurken ben köşeme sinmiş yokluğu yaşıyordum. İçimden duy beni gör beni neden unuttun beni diye geçiriyordum. O an ona yalvarasım geldi evet hem de bütün benliğimle. Gidip güzel bir abdest aldım ve huşuyla ve ağlayarak namaz kıldım. İçimden öyle bir ağlamak geliyordu ki tutamıyordum. Ağladım secdeye kapanarak. Derdimi anlattım, içimi döktüm, çare istedim ve üzerimden bir yük kalkmış gibi hafif hissettim o an. bir rahatlama bir hafiflik geldi üzerime. Kıldım,kıldım ve kıldıkça ağladım. Hani çok susuz kalırsın da suyu bulursun kana kana içersin öyle bir şey. Kimse beni anlamasa da anlayan gören Rabbimin olması bana iyi geliyordu.Bu durum bir gün geçecek Merve dedim hiç bir hastalık ömür boyu kalmamıştır kalmaz sen en kötü durumdan bu günlere geldin dedim çok yol katetttin yine edeceksin dedim. Olaki geçmiyo geçmeyecek dediler napabilirsin.... Evet bi an düşündüm napabilirdim ki sen artık böylesin deseler kendimi öldürme gibi bir lüksüm varmı hayır paşa paşa yaşayacağım bu hayatı. Hastanede çalışmam bazı gerçekleri görmem konusunda bana yol gösterdi.Yıllarca yatağa bağımlı olanlar, doğuştan engelliler, görmeyen duymayanlar...Peki bunlar ne yapsın dedim kendi kendime.En azından senin iyi olma ümidin var onlar bu hayatı sonuna kadar böyle geçireceğini bildiği halde yaşıyor hemde mutlu olarak. Ve kendi kendiime artık üzülmiyeceğim kendime acımayacağım diye söz verdim. Bir gün azaldığı gibi yeniden yok olacağı günü sabırla bekleyecektim.

              Herkes ne inançta bilemem. Ama inancınız ne olursa olsun birşeylere inanın. Gerçekten bu çok önemli. Kendinize, gücünüze, Rabbinize....Bir gün herşeyin yoluna gireceğine....Bana çok yazan oluyor evden çıkmıyorum, çıkmak istemiyorum, işe gitmiyorum, okula gitmek istemiyorum geçmiyo olmuyo diye. İyi de bu şekil odalara kapanmak çözüm değil ki. Korkarak, kaçarak, hayattan soyutlanarak. Bunu bende yaptım evet çok kötü olduğum zamanlar da odamdan çıkmak dahi istemiyordum ama çözüm bu değil çözüm inadına hayatın içinde olmak. Adım atmak, sosyal olmak. Hissetmiyorum ama orda yokum gibi diyenler de var evet belki öyle hissediyorsun ama ordasın ve herkes kadar gerçeksin. Bu hissi kaçarak beslememen lazım . Bu bir mücadele ise bu mücadeleyi kazanmak için çaba sarfetmeniz lazım. Bi futbol müsabakasında olduğunuzü düşünün. Rakibiniz sürekli hücumda...Köşenize çekilip sizi yemesini mi izlersiniz yoksa atağa mı geçersiniz...Bence atağa geçmelisiniz, teslim olmamalısınız. Sen mi güçlüsün ben mi diyerek gücünüzü göstermelisiniz. Ne zaman mücadeleyi bırakıp köşenize çekilirseniz işte o zaman maçı kaybedersiniz...



     

30 Ekim 2017 Pazartesi

Düşüncüleri Nasıl Çarpıtıyoruz?

           




           İşlerin yoğunluğundan yazmaya biraz ara verdim ama çok özlemişim yazmayı.Neler mi yaptım; güzel bir spor merkezine yazıldım. Yüzme havuzu, hamamı, spası, fitnessi her şey var. E malum depersonalizasyonu atlatmış olsam da ara ara anksiyete yaşıyorum. Ve ne yalan söyliyeyim en ufak bir streste acaba yine mi olacak endişesi taşıyorum. Bunun için terapi alıyorum zaten. Böyle bir tesise yazılmak hem stresimi alıyor hem beynimi boş şeylere meşgul etmemi engelliyor. Amacımız seratonin salınımını artırmak bunun en iyi yolu da spor yapmak. Özellikle nabzın artırılması seratoninin salgılanmasında büyük önem taşıyor. Stresli biriyseniz, depresyon yaşıyorsanız biliyorum o zamanlarda hiçbir şey yapmak istemezsiniz ama mutlaka spor yapın, gevşeyin ve rahatlayın....


     Terapistimin önerisiyle bir kitaba başladım. Kişisel gelişim ve bilişsel terapi kitaplarını çok severim ancak çoğu kitap birbirinin tekrarı gibi. Stresi yenin, şunu yapın bunu yapın.... İyi de onları yapabilsem zaten sorun kalmayacak ki. Bana onların nasıl yapılacağını öğreten bir şeyler olmalıydı. İşte terapistim bu kitabı önerdiğinde içimden yine aynı onu yap bunu yap işte diye geçirmiştim ancak kitabın daha ilk sayfalarında bile çok farklı bir kitap olduğu belliydi. David BURNS İyi Hissetmek...Kitap bir bilişsel terapi kitabı. Benzerlerinden çok farklı çünkü diğerleri gibi size stresi yenin demiyor nasıl yeneceğinizin yöntemlerini anlatıyor ve uygulamasını gösteriyor. Diyelim özgüveni düşük birisiniz size kendinize güvenin demiyor kendinize güvenmenin yollarını uygulamalı gösteriyor. Bunu nasıl mı yapıyor ondan bahsedeyim: David Burns a göre kaygılarımızın, stresimizin hatta depresyonumuzun temel sebebi çarpıtılmış düşüncelerimizdir. Yani aslında belki kaygı duyulmayacak bir olayı farklı yorumlayarak yani çarpıtarak kaygı varmış gibi davranmamıza yol açan şey bizim çarpık düşüncülerimizdir. Yine depresyon yaşanmayacak bir durumda olayları çarpıtarak sorun varmış gibi algılayan yine bizim düşüncelerimizdir. Bakın burası çok önemli kaygı varmış gibi hissetmek.... Yani aslında kaygı yok hatta depresyonda yok biz düşüncelerimizi farklı yönlendiriyoruz hepsi bu. Dr. Burns önce sizden o an kaygı ya da üzüntü duyduğunuz şeyi yazmanızı istiyor. Sonra bunu neden düşündüğünüzü ve aslında olan şeyi yazmanızı istiyor ve sorduğu sorularla olayın temel sebebini ortaya çıkarmış oluyorsunuz. Çarpıttığınız düşünceleri görüp aslında öyle olmadığını anlıyorsunuz. Aslında kaygı yaratan bir şey yokmuş, aslında hiç de öyle değilmiş bunu anlıyorsunuz ve kaygınız ister istemez azalıyor.Biraz karışık gelmiş olabilir ama bir örnekle açıklarsam sanırım daha açıklayıcı olacak: İşinizde sorun yaşadınız bir hata yaptınız ve çok kötü hissediyorsunuz. Aklınızdan geçen düşünceler şunlar : Ben aptalın tekiyim, hiç bir iş beceremiyorum, bu hatayı nasıl yaparım ben mahvoldum vs.... Şimdi bizi depresyona sokan şey aslında hata yapmamız değil bizim oluşturduğumuz bu düşüncelerdir. Kitapta bu otomotik düşüncelerle aslında yapmış olduğumuz çarpıtmaların çeşitlerini anlatıyor. Ben yukarıda Aptalın tekiyim derken kendimi yanlış etiketledim mesela çünkü aslında ben aptal biri değilim. Hiç bir işi beceremiyorum derken olumsuz genelleme yapıyorum çünkü aslında bu güne kadar işimi gayet düzgün yapıyordum. Mahvoldum bittim derken felaketleştiriyorum çünkü küçük bir hatayla kimse bitmez her şeyin bir telafisi vardır.... Gördüğünüz gibi olayı nasıl çarpıttığıma bakın. Küçük bir hatayı nasıl da abartıp olumsuz düşüncelerle çarpıtıyorum ve kaygı yaratıyorum. Bu uygulamayı yaparak çarpıtmalarınızı buluyorsunuz ve aslında olan şeyi yazıyorsunuz. Görüyorsunuz ki aslında ortada bir şey yok.Hepsi sizin hüsnü kuruntunuz.....




   Kitabın bana öğrettiği yöntemlerle bir çok olayda oluşturduğum düşünceleri  yazdım ve olayları ne kadar çarpıttığımı gördüm. Her kaygı yaşadığımda bu yöntemle olayların gerçek yönlerini yördüm ve gerçekleri anladım. Kaygılarım azaldı ve onlarla başetmeyi öğrendim. Sözün özü kaygıyı da stresi de depresyonu da oluşturan bizim olumsuz düşüncelerimizdir. Onları bulup yok etmeden stresten kurtulmamız pek mümkün değil. Önce düşüncelerinizi değiştirin. Unutmayın gül düşünen gülistan olur, diken düşünen dikenlik...

3 Ekim 2017 Salı

İçindeki Çocuğu Sev

               




                  Kendinizi ne kadar seviyor sunuz yada seviyor musunuz? Kendinizi sevdiğinizi ona söylüyor musunuz peki ? Biraz garip geldi sanırım bu. Tabi ki seviyorum diyebilirsiniz, kendimi sevdiğimi söylemek de nesi diye düşünebilirsiniz. Bir çok kimse de kendini sevmeyi ve beğenmeyi egoistlik olarak algılayabilir. Oysa ki egoistlik çok başka bir kavram; kendini üstün görmek, sadece kendi çıkarlarını düşünmek, kendi menfaatiiçin yaşamak kısacası sadece kendi için yaşamak diyebiliriz. Ben kendine olan sevgiden özsevgiden bahsediyorum. Her gün beraber olduğun, tüm gününü beraber geçirdiğin, zaman zaman konuştuğun benliğinden bahsediyorum. Her saatimizi beraber geçirmemize rağmen ne kadar farkındayız onun peki? Ona ne kadar değer verip onu ne kadar anlamaya çalışıyoruz? Belki de hiç. Oysa ki o en yakınınızken önce onu tanımalı en çok onu sevmelisiniz.

                 Kendimize beslediğimiz ya da söylediğimiz duygular genelde olumsuz oluyor. Bir şeyi başaramadığında beceriksizsin, aptalsın, sevgilin terkettiğinde sevilmeyi haketmiyorsun, senin gibi işe yaramaz birini kim ne yapsın, sosyal fobi yaşıyorsanız topluma bile çıkamıyorsun, iki kelimeyi bile bir araya getiremiyorsun ve daha neler neler. Hep bir azarlama, hep aşağılama. Bunu bize bir başkası yapsa Çok aptalsın dese halbuki ne kadar tepki gösteririz değil mi ama bunu biz farkında olarak yada olmayarak her gün defalarca yapıyoruz. Peki bunlar bize ne kadar zarar veriyor hiç düşünmedik bile. Daha önceki yazılarımda bilinçaltı ve düşüncenin gücü ile ilgili yazılar yazmıştım. Aklımızdan kendimizle ilgili geçen her şeyi olumlu olumsuz demeden bilinçaltımız kaydediyor ve o şekilde hissetmeye başlıyor. Gün içinde beynimize binlerce olumsuz mesaj yolluyoruz ve bu mesajlar iç benliğimizde bizim işe yaramaz, aptal, salak, sevgiyi hak etmeyen bir kişi olduğumuzu keydediyor.Bu mesajlar bizim kimliğimizi oluşturuyor bir yerde. Bir insanın ne kadar sağlıklı olduğunu hem fiziksel hem psikolojk sağlık durumu gösterir. Kendini sevmeyen, sürekli aşağılayan, kendine değer vermeyen biri ne kadar sağlıklı olabilir ve başkalarını ne derece sevebilir ki ? İçimizde kendimize beslediğimiz kötü duygukar zamanla birikip kişinin özgüven sorunu yaşamasına daha da ilerleyerek  sosyal fobiye, depresyona, çekingen kişilik gibi rahatsızlıklara dönüşebiliyor. 




                  Bütün psikolojik rahatsızlıkların sebebine inin temelde özgüven düşüklüğü, aşağılık kompleksi, düşük özsaygı yatar. Hepsinin sebebi de bence kendini sevmemek ve kendine saygı duymamaktır. Kendini seven bir insan aynaya baktığında mutlu olur hayranlıkla bakar kendine çok güzel ya da yakışıklı olmasa da seni seviyorum der. Barışıktır kendisiyle, yüzündeki sivilcelerle, aldığı kilolarla hatta bir ayağının aksamasıyla. Her halini kabul etmiştir, onun gördüğü kusurları değil sahip olduğu değerleridir. Bir eksiği vardır belki ama daha başka artıları vardır. Biraz dili sürçüyor diye küsmez hayata, kaçmaz insanlardan. Kimin ne düşüneceği umrunda dahi olmaz. Güvenle yürür kimseye aldırmadan. Bir de kendini sevmeyen, kendiyle barışık olmayan birini ele alalım: Kendini pek de güzel bulmayan ve belki biraz kilolu birini düşünelim: Aynada kendisine her baktığında fazla kilolarını görüp Ne kadar çirkinsin seni görmek bile istemiyorum deyip aynalara küsüyor. Kendisine hiç bir şeyin yakışmadığını söylüyor sürekli, insanlardan utanıyor ve kaçıyor. Kendisini onlardan çirkin ve değersiz bulduğu için aralarına girmiyor bile. Ve sonra hakaret ediyor kendine.... Şimdi bu iki kişinin psikolojisinin aynı olabileceğini söyleyebilir miniz? Bence asla aynı olamaz. Birinde her kusurula barışık, kendini seven özgüveni yüksek biri varken diğerinde mutsuz, öz güvensiz, asosyal biri var. İşte asıl sorun kendini sevmek ve kendinle barışık olmak.

             Peki kendimizi nasıl sevmeliyiz bunun için ne yapmalıyız:
     
             ➤ Öncelikle bunun neden önemli olduğunu anlamak lazım. Herkes gider ama geriye kalan sadece Sen sindir. 
              
             ➤ Onu anlamaya çalış, hakaret etmek yerine neden öyle davrandığını anlamaya 
             çalış. En sevdiğin arkadaşının derdini dinler gibi şefkatla yaklaş.
        
            ➤ Her gün ayna karşısına geçip seni seviyorum de. Ben değerliyim , ben kendimi her halimle seviyorum....

            ➤ Beğenmediğiniz özelliklerinizde ufak değişiklikler yapın. Kilonuz varsa spor ve diyet yapın, yeni bir tarz oluşturun, kişisel gelişim kurslarına katılın,, kendinizi geliştirin.

            ➤ Eksik yöneriniz olsa da kendinizi önce siz kabul edin ki başkaları tarafından kabul edilip değer görebilesiniz. Her insanın artı ve eksi yönleri vardır. Siz sadece eksilerinize odaklanıp artılarınızı görmezden geliyor olabilirsiniz. Bunun için bir kağıdı ikiye ayırın ve artı yönlerinizi, eksi yönlerinizi yazın ve karşılaştırın. Göreceksiniz aslında o kadar da vasat durumda değilsiniz.

             ➤ Eleştiriye açık olun, bir eleştiri karşısında hemen moral bozup kahretmek kendini azarlamak yerine bu konuda neler yapabileceğinizi düşünün. 

             Aslında kendimizi sevmek için binlerce sebep olmasına rağmen çokta sebebe ihtiyacımız yok bence. Belki hepimiz kendimizi sevdiğimizi düşünüyor ama bunu davranışlarıyla desteklemiyor. Ben kendimi çok seviyorum mesela. Aynaya her baktığımda Bu gün çok güzelimm diye kendimi sevmeyi ihmal etmem. Yaşadığım olaylar sonrası kendime kızmayı bıraktım şefkatle yaklaşmaya başladım ona. Panik yaşadığımda korkaksın, aptalsın diye kızmak yerine sorunun temeline indim ve ona korkma sakin ol ben yanındayım demeyi öğrendim. Ben onun bir çocuk olduğuna inanıyorum. İçimdeki çocuk olarak değerlendiriyorum. Çocukluğumdan kalan korkular, yanlış davranışlar , yaşadığım olaylar sonucu bugün ki ben i oluşturdu. Ama halen orda bi yerlerde bir çocuk var. Yaralanmış, horlanmış, kimse karşısına alıp konuşmamış bile. Sığınıp kalmış bir köşede şimdi korkularını bu şekilde gün yüzüne çıkarıyor. Herkesin içinde büyümemiş bir çocuk var. O çocuğu anlayalım. Korkularını azaltalım. Dertlerini dinleyelim. Aslında neden depresyona girdiğini sorunun ne olduğunu sorup öğrenelim. İnanın şefkatle yaklaştığınızda o çocukla iyi anlaştığınızda her şeyin ne kadar değiştiğini göreceksiniz. O çocuğu keşfedin. Size söyleyeceği çok şey olduğunu göreceksiniz.






   https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...

29 Eylül 2017 Cuma

Ölüm ve Hayat Üzerine...

               


                   Her gün birilerinin ölümüne şahit oluyoruz, görüyoruz yada duyuyoruz. O kadar sıradan geliyor ki, o kadar bizden uzak ki; ne bize ne de sevdiklerimize uğramayacak gibi devam ediyoruz yaşamaya. Bir koşturmaca, bir acele, bir telaş... Bitmek bilmeyen istekler ve ihtiyaçlar. Yakın zamana kadar bende kapılmıştım hayatın bu cilvesine. Ölen birini duyduğumda Allah rahmet etsin demekti sadece benim için ölüm. Konduramazdım sevdiklerime. Adı geçince Aman Allah korusun deyip tahtalara vururdum engelleyecekmişçesine. En sevdiğim, canımın canı babamın ölüm haberini aldıktan sonra dünya başıma yıkıldı sanmıştım. Anlamıyordum. Daha saatler önce konuşmuştum, sapa sağlamdı ve telefon geliyor Başınız sağolsun.... Bu muydu yani bu kadar mı? O benim babamdı, arkamdı, en değerlimdi. Şimdi nasıl olurdu da sadece bir kelimeye sığdırılabilirdi. Günlerce şokunu atlatamamıştım. Aklım almıyordu. Ölüm gerçeği üzerinde belki de hiç durmamış durmak istememiştim. Bi insan saatler önce gülüp kouşurken şimdi nasıl cansız olabilirdi.?  Nasıl böyle soğuk olabilirdi, neydi onu canlı sıcacık tutan.?  Başında duruyorum bakıyorum öylece. Buz gibi, taş gibi.... Kalk baba diyorum ben geldim, kalk... Artık cevap veremezdi çünkü artık sadece bir cesetten ibaretti....

                Bu olay beni ölüm üzerinde bir hayli düşünmeye sevk etti. Meğer ne kadar yakınmış bize. Daha yapacakların var mı diye sormadan, hazır mısın diye beklemeden biniyormuş ensene habersizce. Bize bir nefes kadar yakınmış meğerse. Bu gerçekle her gün iç içe olmamıza rağmen aklımıza bile gelmiyor çoğu zaman bir gün bu hayatın son bulacağı. O kadar kapılıyoruz ki hayatın akışına; bitmek bilmeyen hırslarımız, ihtiraslarımız, isteklerimiz. Çırpınıyoruz yıllarca, kendimizi paralıyoruz biraz daha kazanmak için. Bir evim daha olsun, arabam en güzeli olsun, buyum da olsun şuyum da olsun diye hayatı ıskalıyoruz çalışmaktan. Kalp kırıyoruz, ah alıyoruz peki neden? Hep kendimiz için kendi egomuz için. Halbuki hayat o kadar kısa ki. Kimler ardında neler bırakıp da gittiler yada kim ne götürdü yanında giderken. Ne bu insanoğlunun bitmek bilmeyen hırsları? Elli lira için adam bıçaklayanı, altın için annesini öldüreni ya hu çivi mi çakacaksın sen bu dünyaya ? Ne bu kibir ne bu dünya hırsı. Ne demiş Kanuni : Ölürken elimi tabutun dışında bırakın, görsünler ki Kanuni bile bu düünyadan eli boş gidiyor.... Ne kadar manidar değil mi? 



                 Hayat geçici, bir gün bitecek. Hayat aslında boş değil bence. Diyoruz ya bu dünya boş, hayat boş değil bence sen boş yaşıyorsun. Sen hiç ölmeyecek gibi sadece hırsların ve egon için bu dünya için çalışırsan kırar, yakar, ezer geçersen evet çok boş. Halbuki biz bu dünyaya bir amaç uğruna geldik. Yemeye içmeye değil.... Eğer hayatı sadece yeme,içme ve ölme üzerine değerlendirirsen çok saçma. Bu dünyada elde ettiklerini götürmeyeceksin nihayetinde. İşin aslı bence insan olmakta. İyi insan olabilmekte. Ardından iyi insandı dedirtebilmekte. Bir yüz güldürmekte, bir çocuk sevindirmekte, bir göz yaşını silebilmekte. Bir hayvanı doyurmak, bi yaşlının duasını almak, kalp kazanmak. Ardından çok iyi insandı dedirtmek. Hayat kısa. Belki yarın bile gelmeyecek. Dün ise bitti. Sadece bu gün var. Hayatı dolu dolu yaşamayı bilirsen anlam katmayı becerebilirsen yaşamaya değer. Hem yarın ölecekmiş gibi bu gün son gününmüş gibi doyasıya yaşa, hem hiç ölmeyecekmiş gibi çalış ve çabala. Sarıl sevdiklerine sım sıkı keşke dememek için. Şimdi diyorum babam hayatta olsaydı şunu da yapsaydım, bunu da yaşasaydım. Geç kalmamk için bu gün harekete geç. Yarın olabilir ama sen olmayabilirsin yada sevdiklerin.... Kalın sağlıcakla.

28 Eylül 2017 Perşembe

Anksiyete Bozukluğu





  
            Kelime anlamıyla anksiyete kaygı olarak tanımlanır. Aslında kaygı yaşamın bir parçasıdır ve hayatın devamlılığı için gereklidir de. Yetiştirilmesi gereken bir işte, girilecek bir sınavda , çocukların yetiştirilmesinde yaşanılan kaygılar gayet normal kaygılardır ve bizim günlük işlerle baş edebilmemizi ve olası bir tehlike karşısında hazırlıklı olabilmemizi sağlar. Bu düzeydeki anksiyete kontrol edilebilir düzeydedir ve kişinin günlük işlerini aksatmaz.

            Peki Anksiyete Bozukluğu Nedir ?
           
           Belli düzeydeki kaygı normal dedik fakat kaygı durumu kişinin günlük hayatını olumsuz etkilemeye başladığına Anksiyete Bozukluğundan söz etmek gerekebilir. Bu kişilerde sürekli ve aşırı düzeyde anksiyete vardır. Bu anksiyete günlük hayatı sekteye uğratır. Bu kişiler sürekli bir şey olacakmış gibi endişe duyarlar  ve bunu denetleyemezler. Bu durum günlerce, haftalarca devam eder. Anksiyete bozukluğu demek için ortada bir sebep olmaksızın bu kaygının günlerce sürmesi gereklidir. Örneğin her hangi bir sağlık sorununuz var ve bundan dolayı endişeleniyorsunuz bu durum  normal ama hiç bir şey yokken ya hasta olursam gibi endişeler taşıyıp günlerce bu yüzden kaygı taşıyorsanız anksiyete bozukluğundan bahsedilebilir.

           Ben daha öncede değindim ben psikiyatr yada psikolog değilim bir sağlıkçıyım. Ama psikolojiye kendimi bildim bileli ilgi duydum ve araştırdım. Malesef ki ben de psikolojik sorunlar yaşadım ve atlattım. Bu bloğu bildiklerimi paylaşmak, deneyimlerimi yazmak ve benzer sorunları yaşayan kişilere destek olmak amacıyla açtım. Ben anksiyeteli biriydim. Hemen her olayda en kötü ihtimali düşünüp kendi kendime evham yapardım. Biri bende bu hastalık var dese ya bende de çıkarsa diye korkar, her hangi bir hastalık belirtisi okusam kesin bende de var diye endişe duyardım. Daha mesleğimin başına geçmeden ya başarılı olmazsam gibi senaryolar üretirdim kendimce. Hep bardağın boş tarafını görür en ufak bir sorunda en kötü ihtimali düşünüp kendime kaygı yaratırdım. Ve bu kaygılar zamanla birikti ve ne mi oldu? Sadece psikolojik olan bu durum zamanla fiziksel belirtiler gösterdi. İşte Anksiyete Bozukluğunun belirtileri:


         Anksiye Bozukluğu Belirtileri Nelerdir ?

 
    Belli bir neden yokken yada neden olsa bile gereğinden fazla endişe duyar anksiyeteli kişiler ve bunu denetleyemez. Bunun gereksiz olduğunu bilir ancak kendine engel olamaz ve sakinleşemez. Ufacık bir şey de ortalığı velveleye verir, herkes onları evhamlı olarak tanımlar. Çocuk dışarı çıktı ya araba çarparsa, başım ağrıyor ya tümör varsa gibi sürekli senaryo yazar.Genelde negatif kişilerdir ve çevrelerindekileri de bu durumdan rahatsız olur. Bir de fiziksel belirtiler vardır dedik:  Aşırı terleme, çarpıntı, kas ağrıları, bunalma, tahammülsüzlük,sıcak basması, el ve ayaklarda uyuşma ve terleme Ben gerçekten de çok tahammülsüzdüm ve bir olay karşısında hemen terlerdim ve sıcak basardı. 

             Nasıl Oluşur?

           Genetik faktörlerin de rolü olmakla birlikte genellikle çocukluk dönemlerinde geliştiği söyleniyor. Sorunlu aile ilişkileri, aile içi şiddet gibi durumlar karşısında duyulan yoğun kaygı ve üzüntünün de oluşturabileceği biliniyor. Mükemmelliyetçi kişilerde de görükme sıklığı fazla bence. Çünkü çok detaycılar ve her şeye yetişeceğim, her şey mükemmel olacak diye kendilerini fazlaca kasarlar. İşleri rast gitmediğnde en ufak bir başarısızlığa tahammül edemezler ve kaygı yaratırlar. Bu da ilerde anksiyete bozukluğuna yol açabilir.İnsanların ne dediğini fazlaca önemseyenler de aşırı kaygı yaşamaya sebep olabilir. Çoğu kimsede stresle nasıl baş edeceğini bilmiyordur ve yanlış yöntemler geliştiriyordur. Ben mükemmelliyetçi, kasıntı biri değilim. Öyle işlerim yetişmedi, yok bu ne düşünür hiç takmam. Hatta fazla rahat olduğum söylenir. Peki ben neden anksiyete bozukluğu yaşadım; benim çocukluktan gelen sorunlar, aile içi kavgalar benim kaygılı olmama sebep oldu ve stresi yenme konusunda yardım almadım. Eğer o zamanlar tabi küçüktüm yardım alma şansım olsaydı ne depresyon ne panik atak ne de depersonalizasyon yaşardım. 


           

               Tedavisi Nasıl Olur?
            
              Anksiyete bozukluğu, depresyon, panik atak, depersonalizasyon aslında hepsi birbiriyle ilişkili. Yoğun kaygıdan dolayı anksiyete yaşarsınız ve bu ansiyete çok ileri seviyeye ulaştığında panik atak olusunuz. Bir de buna mutsuzluk falan eklendi mi al sana depresyon. Artık bunları engelleyemiyorsunuz ve stres hayatınızı ele geçirdi hoooop depersonalizasyon... Demek ki en temele dönmemiz gerek bunlardan korunmak için. Stres yaşamamız normal ama bunun hayatımızı ele geçirmesine izin verirsek o zaman sıkıntı başlıyor. 

            Anksiyeteli yani kaygılı biri olmak kader değil bence. Bana sorarsanız ilaç falan hikaye stresi kontrol altına almakla başlamamız gerekli bu da daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi bilinç altına olumlu mesajlar kaydetmekle mümkün. Anksiyete aslında iç sesin ta kendisi. Susmayan İç Sesi yazımda detaylıca anlatmıştım. Sürekli ya bu olursa ya şöyle olursa diye konuşur durur. Konuşması sıkıntı değil ona kulak verip uygularsak işte onun esiri oluruz. Onun düşüncelerinin boş olduğunu ona göstermemiz gerek. Her dediğine mantıklı bir açıklama yaparak aslında ne kadar mantıksız olduğunu gösterebilirsiniz. Belli bir süre sonra kabul edecektir ve susacaktır. Ben öyle yaptım, onu susturmayı öğrettim. Aklıma her acaba, ya ile başlayan bir cümle geldiğinde neden öyle olsun diye sorarım ya da yok böyle böyle olacak çünkü... diye başlayan bir açıklama yapıyorum ve susuyor. Bunun dışında tabi ki doktorunuza gidin, iacınız varsa kullanın ama en önemlisi farkındalığınızı artırın.İnanmak başarmanın yarısı demektir. Kalın sağlıcakla...

        https://www.youtube.com/watch?v=ZDBgsAitSe4  youtube kanalımdan paylasimlarimi izleyebilirsiniz...

27 Eylül 2017 Çarşamba

Gözleri Çizdirdim:)




           Şu çizdirdim lafına da ayrı tav oluyorum zaten, ben ti ye alıyorum çizmek ne abi. Harbiden herkes soruyordu cidden nasıl çiziyorlar diye. Ya yok öyle bir şey. Bir şehir efsanesidir almış başını gidiyor. Ameliyet diyelim mi bilmiyorum küçük on dakikalık bir operasyon kendisi. En zoru bu ameliyata karar vermek. İçeri girene kadar acaba doğru mu yaptım, ya gözlerime bir şey olursa diye korkmadım değil. Bu kısmı atlattıysanız eğer operasyon ortalama 5 dakika falan sürüyor. Evet o kadarcık. Şimdi aşama aşama anlatacağım belki olmak isteyen arkadaşlar vardır onlara da fikir olsun:

         İlk Gün ve Operasyon

         İlk gün tam muayene oluyosunuz. Yaklaşık bir saat sürüyor. İşte değişik değişik makineler var ve hepsinde farklı ölçümler alınıyor. Önce gözünüze bir damla damlatıyorlar göz bebeğini büyütmek için. On beş dakika bekliyorsunuz. Bu sırada damlanın etkisiyle hipermetrop oluyorsunuz ama korkmayın geçici bir durum. Sonra sizi farklı odalara alıp farklı makinelerle gözünüze bakıyorlar. Göz haritanız çıkarılıyor, kornea kalınlığınız inceleniyor, göz tansiyonu gibi hastalıkların olup olmadığı inceleniyor. Tüm kontroller bittikten sonra doktorunuz inceliyor ve gözünüz için hangi yöntemin olup olmayacağı hakkında bilgi veriyor. Benim korneam inceymiş o yüzden sadece Lasek yöntemi uygulanabilirmiş. Lasek yöntemi hakkında ufak bir bilgi vereyim ; en eski yöntem bu yüzden de diğer yöntemlere nazaran daha ağrılıymış. Ama kornea kalınlığına dokunulmadığı için güvenli bir yöntemmiş. Ben de tamam yapalım o zaman dedim ve  akşam üzeri operasyon için hazırlanıp geldim. Önce bir sakinleştirici verdiler ve operasyon kıyafetlerini giydirip bekleme odasına aldılar. Beş dakika falan bekledikten sonra içeri alıp uzunca bir yere yatırdılar üzerinde makineler vardı. Ürktüm açıkçası o manzaradan. Sonra gözlerime damla damlattılar bu damla gözlerimi kırpmamı engelleyecekmiş. Doktor hanım kısa bir bilgilendirme yaptıktan sonra gözlerimi açık tutmaya yarayan birer alet taktılar gözlerime. ( bakınız resim 1) Kesinlikle acı olmuyor sadece biraz baskı oluyor o kadar. Önce gözlerimi bildiğin su ile yıkadılar. Bayağı bir su boca ettiler ve bir fırça ile gözümün korneasını sanki süpürür gibi yapıyordu. Acı hissetmiyordum ama olanları görmek biraz ürkütüyordu beni. Fırçalama işleminden sonra ha bu arada yaptığı olay korneayı sıyırıp kenara almakmış. Diğer yöntemlerde korneayı keserken bu işlemde sıyırıyorlar. Sıyırdıktan sonra yukarıda bi ışık vardı oraya bakmamı ve gözlerimi kaçırmamamı söyledi. Bu arada yaptığı her işlemi anlatıyordu. O ışığa on saniye baktım. Sadece bir ışık vardı ve ardından bildiğin yanık et kokusu geldi ve bitti dediler. Sonra diğer göze aynı işlemi uyguladılar. Ve geçici birer lens taktılar gözlerime. 3 gün sonra çıkarılacakmış.Totalde 5 dakika sürmüştü ve tamam geçmiş olsun. Bu kadar mıydı yani şimdi bende herkes gibi görecek miydim :? Neveeet  görüyorruumm , görüyorummm😃 
resim 1( işte o alet:))

            Açıkçası bu nasıl görmek böyle dedim kendi kendime. Nasıl dersiniz sanki gözümün önünde tül perde vardı. Her şey bulanık. Zaten doktorum söylemişti bu yöntemde tamamen numaranın oturması 3 ile 6 ay da gerçekleşir ama bir haftada normal seviyeye gelir demişti. Ama bu kadar kötü beklemiyordum açıkçası. Neyse damlalarım yazıldı, bir de gelirken güneş gözlüğü getirin demişlerdi sebebini şimdi anlıyorum kesinlikle bakamıyorum ışığa. Ordan ayrıldık, etrafıma bakıyorum görüyor muyum diye evet mesela önümdeki arabanın plakasını bulanıkta olsa okuyordum. Yavaştan anestezinin etkisi geçmeye başlamış olacak ki yanmalar başlamıştı bile.


             İlk Akşam  

            Eve vardığımda anestezinin etkisi geçmişti ve sanki gözümün içinde kızgın kum yada acı biber falan vardı. O derece yanıyordu, batıyordu ve kesinlikle açamıyordum gözümü. Işıkları kapatmama gözlük takmama rağmen yine de yoğun ışığa bakıyor gibi rahatsız oluyordum. Saatler ilerledikçe gözlerimin ağrısı artmış ve deli gibi yaşarmaya başlamıştı. Bu nasıl bir ağrıydı böyle , şimdi Diazemi akşam neden almam gerektiğini anlaıyordum. Diazem ve bir ağrı kesici alıp uyumayı denesemde saatler boyu başaramamış ve en sonunda sızıp kalmıştım. ( bakınız resim 2)

resim 2 ( aynen bu durumdaydım)


            Operasyon Sonrası İlk Gün 

           Sabah uyandığımda gözlerimi açmam mümkün olmamıştı. Olabildiğince şişmiş durumdaydı ve feci şekilde yanma ve batma vardı. Işıktan açamıyordum bile. Gözlüğümü takıp takılmaya başladım. Sulanmalar ve ağrı devam ediyordu. Görmem çok kötüydü.Açıkçası tedirgindim....

           Operasyon Sonrası İkinci Gün

           Zar zor da olsa gözlerimi açabiliyordum. Belki de lensten dolayı içinde kızgın kum vardı sanki o şekilde batıyor ve ağrıyordu. Ertesi gün lensleri çıkarttırmaya gidecektim. Evin içinde güneş gözlüğüyle yatıp kalkmaya başlamıştım. 


          Operasyon Sonrası Üçüncü Gün

          Bu gün lensleri çıkarackalrdı belki bir nebze rahat ederm dedim. Lensler çıktı, evet rahatladım o batma hissi geçti ama görmem çok kötüydü. Bunun normal olduğu söylendi. Lasekte görüş yavaş yavaş düzeliyormuş; yanma , batma , tüm şikayetkklerim bir haftada kaybolacakmış.


        Operasyon Sonrası Yedinci Gün

         Gözlerimdeki yanma ve batmalar geçmiş, ışığa duyarlılık azalsa da fazla ışıkta rahatsız oluyordum. Görmem bulanık ama günlük işlerimi yapabiliyorum. İki gözüm arasında netlik farkı var bakalım ilerleyen zamanlarda nasıl olacaktı


        Operasyon Sonrası Bir Ay

       Operasyondan yaklaşık bir ay geçmişti. Yanma, batma ,ağrı kalmamıştı. Fazla ışıkta duyarlılık vardı ki normal göze göre artık fazla duyarlı olacakmış. Şu an 9. aydayım ve halen güneşte rahatsız olurum, gözlüksüz dışarı çıkamam. Görmem baya düzelmişti. Kontrollerde her şey normaldi, damlaları kullamaya devam edecektim. İki göz arasında ki farklılık az da olsa vardı. Bu da zamanla düzelecekmiş. Görmem çok çok net değil ha gözlüksüz uzağı gayet görüyorum ama nasıl diyeyim bir numara kalmış gibi. Aslında kontrollerde numara kalmadığı görülüyor ancak korneya sıyrıldı sonuçta o doku tam iyileşmediği için sanki bir perde var gibi gözümde. Kornea iyileştikçe bu durumun geçeceği söylendi.


        Operasyon Sonrası Üçüncü Ay

        Suni gözyaşı damlası dışında diğer damlaları kullanmıyordum artık. İki gözün netliği aynı seviyeye ulaştı. Görmem her geçen gün daha iyiye gidiyordu. Ama geceleri daha az görüyordum. Hafif ışık yansıması vardı bunun da zamanla azalacağını düşünüyordum. Zaten numaraların tam oturmasının üç ile altı ayı bulacağı söyleniyordu.Kontrollerde sıfır numara çıktı ve çok iyi olduğu söylendi.Gece ışık yansımasının olması canımı sıkmıyor değildi.

       Operasoyon Sonrası Altı Ay

       Evet gözlerim olması gereken seviyeye gelmiş durumdaydı. İki gözümün netliği de aynıydı. Görmem oldukça iyiydi. Kontrollerde yüzde yüz elli görüyordum. Sıfır numara. Lakin gözler eskiye nazaran daha hassas oluyor. Çok ışıklı ortamda rahatsız oluyordum. Güneşli günlerde mutlaka güneş gözlüğü kullanıyorum.



        
                Şu an operasyonun üstünden 9 ay geçmiş durumda. Memnun muyum genel anlamda evet. Biraz geç iyileşti ki bu bana zaten söylenmişti diğer yöntemlerde hemen ertesi gün net görebilirken bende 6 ay sürmüştü.  Ama uzanarak kitap okumak, film izlemek, yağmurda rahatça dolaşmak, istediğin güneş gözlüğünü alabilmek çok güzel. Hele ki en güzeli sabah kalktığında saati görebilmekti bence. 3.5 derece miyop 1 derece astigmatlı biri olarak burnumun ucunu göremezdim gözlüksüz. Bir defasında gözlüğüm kırılmıştı da yanlış otobüse binmiştim bir keresindede denizde eşim yerine başka birinin yanına gitmişim :)))) İleri derece kördüm yani. Gözlüksüz olmak özgürleştirdi beni. Makyajım artık daha bir güzel görünüyor. Yani yine olsa yine yaparım. Arada kuruluk oluyor evet özellikle bilgisayarda fazla takılınca oda zamanla tamamen geçecek bir sorunmuş. Şimdilik suni göz yaşıyla idare ediyorum bu durumu. 

        Gözlükte olsa bir şeye bağımlı olmak kötü doğrusu. Sokakta kırıldığında çırılçıplak gibi ortada kalabiliyorsun. Bunu gözlük kullanmayan bilemez tabi. Ben tavsiye ediyorum. Ha 10 sene sonrasını bilemem ne olur ama teknoloji çok ilerledi her hangi bir komplikasyon olacağını sanmıyorum. En kötü ihtimal yıllar sonra 0.5 yada bir derece tekrar numara artması olabilirmiş. Ama aynı numaraya yükselmezmiş yani öyle diyorlar. 1 numara da gözlük kullanmayı zorunlu hale getiren bir durum değil zaten. Hem 40 50 yasımda gözlük taksam da olur bence şu anlarımı kısıtlamasın yeter. Sağlıcakla kalın:)